AŞK-I MECAZÎ


"AŞK-I MECAZÎ" Die Ergebnisse der Suche nach dem Wort

 Ottomane - Türkisch Wörterbuch

AŞK-I MECAZÎ

( Ottomane - Türkisch Wörterbuch) :
Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk. * Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.(Mahbublara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikiye inkılâb ettiği gibi, acaba ekser nasda bulunan dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikiye inkılâb edebilir mi?Elcevab: Evet, dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fena çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmağa muvaffak olursa, o gayr-i meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikiye inkılâba yüz tutar. Fakat bir şart ile ki, kendinin zâil ve hayatiyle bağlı kararsız dünyasını, haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfaka dalıp, umumi dünyayı hususi dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer boğulur. Meğer ki hârika olarak bir dest-i inayet onu kurtarsın. Şu hakikatı tenvir için şu temsile bak. Meselâ:Şu güzel zinetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur. Biri hakiki ve umumi, dördü misâli ve hususi... Herbirimiz kendi âyinemiz vasıtasiyle, hususi odamızın şeklini, hey'etini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak, kırmızı; yeşil boyasak, yeşil gösterir. Ve hâkezâ... âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz; çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat hârici ve umumi odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususi oda ile umumi oda hakikatta birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmak ile odanı harab edebilirsin, ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.İşte dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı, bir endam âyinesidir. Şu dünyadan her birimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususi dünyamız ve âlemimiz, bir sahifedir. Hayatımız bir kalem... onunla sahife-i a'mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor. Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki: Dünyamız hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususi dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nukuş-u esma-i İlâhiyeye döner; ondan, cilve-i esmâya intikal eder. Hem o hususi dünyamız, âhiret ve Cennet'in muvakkat bir fidanlığı olduğunu derkedip, ona karşı şedit hırs ve taleb ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sünbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecazî aşk, hakikî aşka inkılâb eder. Yoksa $ sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayatın zevâlini düşünmeyerek, hususi, kararsız dünyasını, aynı umumi dünya gibi sabit bilip kendini lâyemut farzederek dünyaya saplansa, şedit hissiyat ile ona sarılsa, onda boğulur gider. O muhabbet onun için hadsiz bela ve azaptır. Çünki, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, meyusâne bir rikkat tevellüd eder. Bütün zihayatlara acır; hatta güzel ve zevâle mâruz bütün mahlukata bir rikkat ve bir firkat hisseder; elinden bir şey gelmez, ye's-i mutlak içinde elem çeker. Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şedit şefkatin elemine karşı ulvi bir tiryak bulur ki: Acıdığı bütün zihayatların mevt ve zevâlinde bir Zât-ı Bâki'nin bâki esmâsının dâimi cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkatı, bir sürura inkılâb eder. Hem zeval ve fenâya mâruz bütün güzel mahlukatın arkasında bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakş ve tahsin ve san'at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i dâimîyi görür. O zeval ve fenâyı, tezyid-i hüsn ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i san'at için bir tazelendirmek şeklinde görüp, lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir. M.)